Mübarek Ramazan-ı şerif ayını yaşadığımız bugünlerde Müslüman coğrafyasında kan, gözyaşı, ızdırap, devam ediyor. Ortadoğu yangın yeri. Daha önceki yazılarımda bunun bir savaş olduğunu dile getirmiştim. Türkiye’de dahil başta Mısır Suriye ve diğer Müslüman devletlerde yaşananların adı konulmamış bir savaş olduğunu defaten belirtmiştim.
Bu gün bu savaşın adı ve tarafları iyice gün yüzüne çıktı. Saflar netleşti, taraflar geçmişte olduğu gibi kendini gizleyemez hale geldi. Bu savaşın adı Hilal’le Haç’ın savaşıdır. Bugünü anlamak için biraz geçmişe gitmek gerek. Bu savaş ne zaman başladı? Bu savaş Osmanlı egemenliğindeki toprakların zayıfladığı Türklerin Anadolu’ya hapsolmak zorunda bırakıldığı dönemlerde başladı. Başta Mısır olmak üzere bayrağında hilal olan birçok Müslüman devletler bir bir koparıldı Osmanlı’dan! Akabinde Türklere iki şık sunuldu. Ya Anadolu’da mutasyona uğrayarak yaşar ya da tarih sahnesinden silinirsiniz! Padişah başta olmak üzere Osmanlı’nın en güvendiği subayı Mustafa Kemal siyasi bir manevra ile geçici bir süre toparlanıp tekrar tarih sahnesindeki yerini almak için birinci şıkkı seçti. Bu gerekliydi çünkü tarih sahnesinden silinme ile karşı karşıya kalmıştık. Koca bir imparatorluk gitmiş yerine İngilizlerin önerdiği tekeri patlak demokrasi ile yüz yüze bırakılmıştık. Üstün zekâsı ve ileri görüşlülüğü ile Atatürk geçici bir süre kabul edilen prangalardan kurtulmak için devleti kurup toparlayıp tekrar Osmanlı olma yolunda Ortadoğu’ya ilerlemeye eksi günleri geri getirmeye uğraşsa da ömür vefa etmedi. Biz bu oyunları anlamayalım diye yazılan türlü senaryolarla Atatürk’ü rakı şişelerine hapsettik. Öyle anlatıldı bize. Mutasyona uğratılıp geçmişimizi tarihimizi yalan yanlış öğrendik. Bunlarda elbette ki süregelen bu savaşın bir parçasıydı.
Atatürk’ten sonra Menderes’te bu prangalardan kurtulmayı güçlü Türkiye’nin büyük Ortadoğu ile olacağını gördüğünden Hilal sancağıyla açılmayı denedi. Sonrasında malumunuz asıldı. Bu durum bir süre Türkiye’de gerileme dönemi yaşattı. Bu ideal bir süre askıya alındı. Ta ki Turgut Özal’a kadar. Turgut Özal ile yeniden atağa kalkan Türkiye aynı amaç ile Ortadoğu’ya yüzünü dönünce bu seferde Özal ortadan kaldırıldı. Ama bu ülke ne büyük ki sürekli yeni liderler yetiştiriyor sürekli idealini ülküsünü devam ettiriyordu. Ardından Erbakan çıktı. Mecliste ‘’banane elin Amerika’sından’’ diyerek bir kez daha ülkenin dümenini olması gereken yere Doğu’ya çevirdi. D8’i kurdu ki; bu bizi Osmanlı ülkümüze en çok bu dönemde yaklaştırdı. Ancak Hilal’le Haç’ın savaşı devam ediyordu. Bu defada Erbakan alaşağı edilmişti. Hem de öyle böyle değil ustaca bir tezgâhla. Erbakan’ı öldürmediler çünkü burada farklı bir durum vardı. Önceki yaşananlardan ders alan Erbakan bir hareket kurmuştu. ‘’Milli Görüş’’ hareketi. Erbakan’ı öldürmeleri bir işe yaramayacaktı çünkü bir hareketi vardı. Bu sebepten öncekilerde olduğu gibi asmak kesmek bu harekette işe yaramayacaktı. Bu sebeple devam eden savaşta yeni bir metot uyguladılar. Kayıp trilyon davasıyla Erbakan’ı yıpratıp davasını törpülediler. Sonradan gerçek anlaşıldıysa da bununda bir haçlı eseri olduğu ortaya çıksa da iş işten geçmişti bir kere.
Velhasıl bütün yönleriyle Haç’ın üstünlüğüyle geçen 100 yıl 2000’li yılların başında değişime uğradı. Türkiye olmak üzere bütün Müslüman coğrafyası uyandı. Ve rüzgâr bir kez daha Hilal’den yana esmeye başladı…(Devamı haftaya)